|
|
|
| DUYURULAR |  |
|
|
|

|
|
|
|
|
HOLTON EVİ – BUCA
BUCA LEVANTEN EVLERİ - HOLTON EVİ –
Sahipleri: Holton (İngiliz), TCDD, Lapi (Türk)
Diğer İsimleri: TCDD lojman binası
Yapım: 1860’lar?
Günümüzde: Sağlam
1860’lar yapıldığı tahmin edilen ev Holton ailesine aittir. Buca’nın en eski evlerinden sayılan ev, TCDD Lojman binası olarak da kullanılmaktadır.
Bayan Holton 1894'te Buca'da bir okul kuruyor. Buca'daki iki İngiliz okulundan biri. Okulun kendi stadyumu varmış. Öğrencilerin çoğu Rum.
CHARLES HOLTON'UN ANILARI
Hatırladığım kadarıyla annem ve babam aynı soyadlarına sahip, ikinci dereceden kuzenlerdi. Evlendikten kısa süre sonra, demiryolu hattı yapmakta olan bir Britanya demiryolu şirketi için 1880-85 dolaylarında Türkiye'ye gittiler ve 1936-37 yıllarına kadar da orada çalıştılar. Bay Henry Smithers ailenin uzaktan bir akrabasıydı ve Londra merkezli şirketin de yöneticisi olduğundan, babama bu işi vermiş ve onu İzmir'e yollamıştı. İlk vardığında ne iş yaptığını hatırlamıyorum ama 8-9 yaşlarında olduğum zamanlardan ilk hatırladıklarım onun ambarcılık yaptığı. Vagon, araba, kömür stoku, fındık, bot, tel, gazyağı, kalem ve mürekkep dâhil demiryolunda kullanılan ne varsa onların kaydını tutmakla görevliydi. 10-15 sene ambarcılık yaptı ve sonradan çok hızlı bir yükselişle baş muhasebeciliğe yükseldi. Bir süre baş muhasebeci kaldı ve sonra Bay Herbert Barfield kendisine bir genel müdür yardımcısı aradığı için de bu pozisyona yükseldi. Bay Barfield kendisini iyi hissetmediği ve sıcaktan kaçmak maksadıyla 4-5 ay boyunca yazı İngiltere'de geçirmek istediği için, bu pozisyonu şansı oldukça yaver giderek almıştı. Babam böylece genel müdür vekili olmuştu.
Annem İzmir'e 21 yaşında gelmişti. Kendisi Essex ve Sussex'in sınırındaki Bules'da dar fikirli, kurallara uymayan büyük bir çiftçinin rahat yetiştirilmiş bir kızıydı. İzmir'e vardığında dilini, parasını, yemeğini, geleneğini bilmediği ve elektriğin olmadığı bir ülkeye varmıştı. Aslında Türk sultanları şeytanın icadı olduğu gerekçesiyle elektriğe izin vermezdi ve o da kendini İzmir'in beş mil kadar dışındaki su altyapısı olmayan, sadece bahçelerinde kuyu bulunan Buca köyünde bulmuştu ve takdire şayan bir şekilde bunlarla baş edebilmişti. Ancak işler o kadar da kolay gitmeyecekti. Aile vardığında beş çocuğu vardı. İlk doğan Lilian ismindeki küçük kız çocuğu ben doğmadan uzun süre önce, 2 ya da 3 yaşında öldü.
Sonrasında 2 ya da 3 yıl sonra abim Francis doğdu, ondan 3 yıl sonra Alfred, 3 yıl sonra John ve 4 yıl sonra da ben dünyaya geldim. Zaman geçtikçe dört erkek çocuğunun eğitiminin babam için bir sorun olmaya başlayacağı anlaşılıyordu. Kendisi ambarcıydı ve o dönemde makul bir ücret alıyordu ancak bir, iki ya da üç çocuğunu İngiltere'ye eğitime gönderecek kadar yeterli değildi. Bir kaç Fransız Katolik Okulu, İngiliz bir din adamı tarafından işletilen bir İngiliz okulu ya da İskoç bir misyoner tarafından işletilen bir İskoç okulunun olduğu bu yerde, bizi yerel dini okullara göndermeye istekli değildi. O da kendisi bir okul açma fikrini ortaya attı. Buca'da büyük bir ev tuttu. Buca köy olarak adlandırılsa da, aslında bir kasaba gibiydi ve on bin civarında nüfusa sahipti ve evin de 30-40 hektar arazisi vardı. İngiltere ve Fransa'dan ikişer tane öğretmen getirdi ve ayrıca yerel Rum ve Türk öğretmenler ayarladı. 10 ya da 12 tane yatılı öğrencimiz vardı ve tabii ki de İngiliz ve Fransız öğretmenlerimiz de yatılı kalmaktaydı.
Annem, babam, biz dördümüz, altı etmekteydi. Dört öğretmen ve on-on iki öğrenciyle beraber toplamda yirmi-yirmi beş kişi oluyorduk. Annem de yemek yapan hizmetliler, oda hizmetlisi, hizmetli yardımcıları ve kuyudan su çekmek ya da ateş için odun kırmak amacıyla en az bir adam ya da oğlan bulunduruyordu. Okul çok başarılıydı ve takvimi çok dikkatli düzenlenmişti. Oldukça iyi bir eğitim alıyorduk. Sadece Fransız, Rum, Alman ve Türk çocuklarla iletişim kurarak değil, dersler yoluyla da dilleri öğreniyorduk. Ayrıca takvimimizde ticari eğitim de vardı. İngiltere'de ancak akşam sınıflarında ya da özel iş eğitim kolejlerinde öğrenilebilecek olan defter tutma, daktilo yazısı, steno ve diğer çeşitli ofis işlerini öğreniyorduk. Yani, tüm eğitimimiz oldukça kapsamlı ve iyiydi. Spor açısından da, biraz kriket, çoğunlukla futbol oynardık. İzmir yoğunluklu olmak üzere, tüm Küçük Asya'da bir futbol takımı oluşturmuştuk. Her yıl tüm büyük okullar tarafından bir kupa düzenlenirdi ve bizimkisi muhtemelen aralarındaki en küçük olmasına rağmen, kupayı diğer okulların aldığından daha fazla, yıllarca kazanmıştık. Aslında kupayı 2-3 yılda bir kaç kez kazanmıştık. Sonrasında muhtemelen bir sene kaybetmiştik. Sonrasındaki sene bir kez daha almıştık.
Sonraki yıl da iki ya da daha fazla kez elimizde tutmuştuk. Futbolumuz çok iyiydi. Ayrıca uzun tatil zamanlarımızda bağımsız olmayı öğrenmiştik. Elbette babam demiryolu işine devam ettiği için, okuldan annem sorumluydu. Yaz tatillerinde bol bol piknik yapar, tepeler ve dağların eteklerinde uzun yürüyüşlere çıkardık. Pek çok pikniğe çok kaliteli olan eşeklerle giderdik ve ben de eşek sürmeyi öğrenmiştim ki, bu da sonradan orduda süvari olduğumda çok işime yarayacaktı. Eşek sürme tecrübem sayesinde ata çok rahat otururdum. Ayrıca yüzme, balık tutma, kürek çekme, yelken gibi pek çok şey yaptık. Ben ve kardeşlerimin hayatı hem eğitim açısından hem de sportif açıdan, hem de değişik milliyetler, diller, alışkanlıklar ve gelenekler tanımak bakımından oldukça dolu geçmişti ki, sonraki hayatımızda da bunun çok faydasını görecektik.
Kaynak: Atalarımızın Toprakları |
HOLTON EVİ – BUCA Fotoğraf Galerisi
|  |  |  |  |  |  |  |  | |
|