|
|
|
| DUYURULAR | |
|
|
|

|
|
|
|
|
KINIK İLÇESİ
KINIK TARÄ°HÄ°
BAKIRÇAY ADININ KÖKENLERİ
Çok eski zamanlarda Bakırçay ırmağına Caicos,bölgemize de Caicos Vadisi deniliyordu,fakat Caicos isminin Bakırçay’a verilmezden önceki zamanlarda Bakırçay’ın asıl adı AXİUS olarak geçmekteydi.Bu isim Küçük Asya olarak nitelendirilen,Anadolu’nun batısında kalan ve Mysia denilen bölgedeki Bakırçay ırmağının kenarında kurulmuş olan Astryra,Gambrion ve Pergamon’dan gelmektedir.
Bir Grek efsanesine göre;bir zamanlar birbirlerinden hiç ayrılmayan birbirlerine kardeş gibi yakın iki genç arkadaş vardır.Bu iki genç arkadaştan bir tanesi soğuk bir kış günü avlanmaya çıkar,güzel bir hayvanın peşinden koşarken Bakırçay ırmağının kenarına kadar gelir ve tam hayvanı avlayacağı sırada ayağı kayar dereye düşer.Derenin azgın ve derin suları genç delikanlıyı alıp götürür.Bu olayı duyan ve o gün ayrı oldukları için ona yardım edemeyen arkadaşı bir süre sonra üzüntüsünden kendisini Bakırçay’ın azgın sularına bırakır ve o da ölür,ölen gencin adı AXİUS’tur.Bu olaydan sonra Bakırçay’a uzun bir süre Axius ırmağı denilmiştir.Thracian döneminde ise bu dereye Cauci veya Chauci denilmeye başlanıp bu isim daha sonraları Caicos olarak ağızlarda değişip helenceye uyarlanarak söylenmiştir.Şimdilerde ise Bakırçay, Kırkağaç civarında bulunan Bakırköy yanında kaynak bulmasından dolayı bu adı almaktadır.Soma termik santralinin faaliyete geçmesinden sonra madenden çıkarılan kömürün de yıkanması sonucu Bakırçay’ın suyu iyice bulanıklaşıp siyah renge dönüşmüştür
Yaylaköy Kınık’a en uzak köylerden birisidir.İçinde barındırdığı antik yerleşim alanı 350 metre yükseltide sarp bir kalededir.Kalenin surları günümüze kadar ulaşamamasına karşın temelleri hala belirgin olarak durmaktadır.Kalenin bulunduğu tepenin yamacındaki tarlalar gezildiğinde bol miktarda seramik,cam parçalarına rastlamak mümkündür.Yine aynı yerde antik mezar taşları,tuğla mezar kapakları,toprak küpler karşımıza çıkar.Bölge hayvancılık ve üzüm yetiştiriciliğine uygun olduğundan dolayı antik dönemde burada şarap üretimi yapılması olası bir durumdur.Köy içinde incelediğimiz bir kitabede DEMETRİOS isimli bir soyludan tapınak yapımı ile ilgili olarak bahsedilmektedir.Demetrios isminin önünde bulunan KNAİKA kelimesi Kınık adını irdelemekte ve bize Kınık adının kökenleri üzerine önemli bir ipucu teşkil etmektedir.
KARADERE KÖYÜ (MAMURT KALE-KİBELE)
Kınık tarihi üzerine yapılacak her araştırmada Karadere köyünün önemi vardır.Yund Dağının en tüksek noktası olarak görülen 1084 metre yükseltide,bu gün Mamurt tepe diye bilinen yerde Kınık Tarihi başlamaktadır.Bu bölgede Cilalı Taş Döneminden kalma yeşil (Nefrit ) taştan yapılmış bir balta bulunmuştur.Gümüşova seramikleri Truva 1 ve Truva 2 kültürlerine benzemesi dikkat çekicidir.Karadere Mamurt Kalede aralarına çamur konarak yapılmış taş temeller Kalkolotik ve Bakırçağ kültürüne örnek olarak gösterilmektedir.Aynı özellikleri taşıyan bina temelleri Yayla köy,Kınık ve Kocaömer köyü arasında kalan küçük tepede izleri görülmektedir.Bugün Mamurt Kale olarak bilinen yerde sur duvarları yıkıntıları arasında dorukta Kibele Tapınağı kalıntıları bulunmaktadır.Büyük kesme granit parçalar,büyük gövdeli sütunlar,sütun ayakları alınlık parçaları yıkıntı halinde durmaktadır.Mermer olan birçok parça çevredeki köylerde yaşayan kişiler tarafından binaların temelleri için yerlerinden alınıp götürülmüştür.Diğer parçalar çok ağır olmaları nedeniyle bulundukları yerlerde korunmuştur.Bölgeye ulaşımın zor olması parçaların yerinde kalmasını sağlamıştır buna rağmen birçok parça eksik ve kayıptır Strabon,Coğrafya adlı eserinde bölgeye Aspordene adını vermektedir.Ana tanrıça tapkısının bulunduğu dağ diye Yund dağının en yüksek noktasını Mamurt Kale’deki Kibele Tapınağını işaret etmektedir.Karadere Mamurt Tepe’deki Kibele Tapınağı Yunt dağının zirvesinde doğal korumada üzeri kayalık ve çevresi meşe ormanlarıyla kaplı bir alandadır Tapınak granit taşından dorik sütunlu ve büyük kesme kütle taşlardan harçsız olarak yapıldığı anlaşılmaktadır.Mamurt Kibele Tapınağı M.S. 17 depreminde yıkıldığı sanılmaktadır.
M.S. 17 Yılında çok büyük,şiddetli ve çok geniş bir alanı etkileyen bir deprem olmuştur. Tacitus’a göre deprem gece oldu. Ön-Asya’daki 12 önemli şehir yıkıldı. Açıklığa çıkarak kaçmaya çalışanlar derin yarıklar tarafından yutulmuşlar. Büyük dağların battığı, evvelki ovaların yukarıya yükseldiği, ve yangınların yağmurlar arasından birden alevlendiği söylenir. Felaket en çok Sart’ı etkilemiştir. Bu yüzden imparator (Tiberius) on milyon sesterne (eski Roma parası)vermiş ve beş yıl boyunca Sart’ı milli ve imparatorluk hazinesi ödemelerinden muaf kılmıştır. Sipylus’un Manisa’sı (Magnesia) kayıp ve tazminat açısından ikinci sırada kalmıştır. Temnus( Menemen, Görece Köyü civarı), Alaşehir (Philadelphia), Aegae, Apollonidea (Akhisar Palamut bucağı civarı), Mostene, Hyrcania, Hierocaesarea, Myrina (Limni), Cyme, Tmolus(Bozdağlar civarı) için de aynı dönemde vergiden muaf tutulmaları kararlaştırılmış, ve durumu yerinde değerlendirmek ve yardımla donatmak için senatodan bir komisyon gönderilmiştir. Ayrıca Strabon da Magnesia’daki (Manisa) Sardeis’teki (Salihli) ve diğer önemli şehirlerdeki yıkımlardan bahseder. Bithynian’lı şair Bianor Sardeis’in toprakta oluşan çok büyük bir yarık tarafından oluşan derin bir çatlağın içine saplandığını yazmıştır; ve Pliny sadece bir gecede on iki Asya şehrinin harap olmasından dolayı Tiberius’un imparatorluğu zamanındaki insanlığın hatırasındaki en büyük depremin bu deprem olduğunu söylemiştir. Tiberius tarafından desteklenen şehirler M.S. 30’da onun bir heykelini diktiler. Bu heykelin tabanı 1693’te Pozzuloli tarafından bulunmuştur. Tabanın dört tarafında 12 şehrin depremden yıkılmasının hicvinin yanı sıra iki şehrin daha (Efes ve Cibyra) tasviri bulunmuştur. Bu iki şehrin kısmen yıkıma uğradığı veya M.S. 23’teki depremde hasar gördüğü tahmin edilmektedir.
Mamurt Kaledeki Kibele Tapınağı bereket tanrıçası Kibele adına yapılmıştır.Bu tapınağı korumakla görevli olanlar kadınlardı,bu kadınlara Amazon deniliyordu. Kybele kutsal mekanları, genelde dağlarda inşa edilmiş ve Tanrıça'nın, tatlısu kaynaklarının yakınındaki çıplak yarlarda ikamet ettiğine inanılmıştır. Kybele'nin, anneleri ve çocukları, hastalıklardan koruduğuna inanılmaktadır.
Burada yaşayan Luwi Kavimi insanları savaşçı bir halktı,kavimdeki bireylerin sayısı arttıkça bu yerden ayrılma zorunluluğu doğdu.O zamanlarda Bakırçay ovası deniz altında olduğu için kavim gemilerle Ege’den açılıp Akdeniz’e bugünkü İtalya’ya ulaştılar ve orada Roma İmparatorluğunun temelini attılar,yıllarca sonra tekrar Anadolu’ya ulaşan Luwi kaviminden olan Romalılar Karadere köyünün olduğu bu yere Tanrılara şükranlarını sunmak için bu kybele tapınağını yaptılar.Efsane veya söylencede olsa burada yaşayan eski halklara böyle bir şeyin atfedilmesi güzel bir olaydır.Medeniyetin doğduğu yer olarak kabul edilen Anadolu bu ve buna benzer bir çok efsane ve söylencelerle doludur.
Luwi Dili günümüzde kullandığımız dille örtüşmektedir.Dil yaklaşımlarından dolayı Luwi dilindeki kelimelerle bu gün kullandığımız kelimeler arasındaki benzerlik nedeniyle örnekler verme gerekliliği duyuyoruz.Luwi dili yaklaşık olarak 3500 yıl önce kullanılıyordu.
ANNÄ° :anne
ARİ-ARA :ara-mesafe (arayı kapatmak)
GASÄ° :gezi
MANA : anlam-söylemek
PARTA :parça
PATİ :ayak-patik (ayağa giyilen kalın örme çorap ) buradan ad bulur.
KHARADRA :karadere
Gambrion döneminde ise Kınık’ın merkezi günümüzde Bodrumbaşı mahallesinin üst tarafında bulunan Kuşkaya mevkiindeydi.Yerleşim yeri hem ovaya hakim hem de güvenliydi.Osmanlı Döneminde de yerleşim özellikle bu alana kurulmuştu,zaman içerisindeki nüfus artışı Kınık’taki yerleşimi ovaya doğru kaydırmıştır.Perslilerin kurduğu Satraplık’tan sonra M.Ö.334 yılında Büyük İskender’in bu bölgeye gelmesi ve Helenistik dönemin başlamasıyla Kınık yerleşim açısından önemli gelişmeler sağladı.Bergama Krallığının Kınık’ın gelişmesi üzerindeki etkisini göz ardı etmemek gerekir.Kınık Karadere Köyündeki görkemli Kybele (Sibel Tapınağı) Tapınağının yapımını Bergama Kralı Philetairos’a (M.Ö.281-263) borçludur.Bergama Heykel Okulunda yetişen bir çok genç sanatçının Kınık’ta yaptığı eserler günümüze kadar ulaşamasa da bölgemize önemli katkıları olmuştur.Günümüzde bir tanesi ayakta kalan Hasar bölgesindeki su kemeri yine o dönemlerde yapılmıştır.Kınık’ın Palea-Gambrion’u içinde barındırdığını söylemek yanlış olmaz.Gambrion kenti her ne kadar Poyracık’ın üstündeki tepelerde kurulmuş olsa da daha sonra genişleyerek bu günkü futbol sahası ve yeni kurulan sanayi sitesini de içine alacak şekilde yayılma göstermiştir.
Gambrion kenti sırtını yasladığı Yunt dağlarından elde edilen kömür ve demir madenleri sayesinde maden işçiliğini geliştirmişti.Bu gün Yayla köy olarak bildiğimiz yer civarından kömür,Kocaömer köyü civarından gümüş çıkarılıyordu.Madenleri iyi bir şekilde değerlendiren Gambrion’lular ürettikleri ürünleri dışarıya pazarlıyorlardı.Gambrion da altın işçiliği de ileri bir düzeye gitmişti,altın madeninin Kalarga (Bergama-Dikili yol çatısındaki tepe) veya daha yakın bir altın madeninden elde edildiği bir gerçektir.Bu madenler önceleri Lydia krallığı tarafından işletiliyordu.Perslilerin bölgeyi işgal etmesinden sonra madenler Perslilerin eline geçmiştir.Persliler uzunca bir süre bu bölgede kalmışlar ve bir satraplık kurmuşlardır.Eratrai (çeşme) tiranı Gonglyus Pers kralının soyundan bir kadınla evlenince Gambrion ve Palae-Gambrion Gonglyus’a damatlık hediyesi olarak verildi.Bu olaydan sonra Gambrion damat yeri olarak isim değiştirdi.Gambrion’un asıl adı Cambre veya Kandaura idi.Perslilerin güdümünden kurtulmak için Gambrion halkı daha sonraları Spartalıların safına geçmişlerdir.Gambrion şehri ilk elektron sikkeleri (altın-gümüş karışımı madeni para) M.Ö. 400 yıllarında basmışlardır.İlk basılan elektron sikkeler Gambrion’un zenginliğini ve maden işçiliğindeki ilerlemenin boyutlarını bize göstermesi açısından önemlidir.Daha sonraları gümüş,bronz ve bakır sikke basımına gidilmiştir.Gambrion zenginliğini sadece ticaretle sağlamıyordu.Bölgenin toprakları dünyanın en verimli ovalarından birisi olan Bakırçay havzasının içindeydi.
BEŞİKTAŞ TEPESİ
Beşiktaş tepesi Kınık’ı en yüksek noktadan gören ve tarihi izleriyle bizlere geçmişten önemli ipuçları bırakma özelliğiyle önemli bir yere sahiptir.Beşiktaş Tepesi ismini tepenin bebek beşiğine benzetilmesi nedeniyle almıştır.Beşiktaş Tepesi üzerinde bulunan iki mağara nedeni ile bir çok hikaye ve söylenceye konu olmuştur.Beşiktaş tepesinin kuzey cephesi Kınık’a ve ovaya güney cephesi ise Yunt dağlarına ve geniş otlak alanlarına bakmaktadır.Günümüzde özellikle küçükbaş hayvanlardan olan keçi sürüleri Beşiktaş tepesinin güneye bakan cephesinde geniş otlak alanlarından faydalanmaktadır.Beşiktaş tepesinin Kınık’a bakan tarafı oldukça sarp ve dik kayalıklara sahiptir,bu durum tepeye doğal bir koruma sağlamaktadır.Tepenin güney tarafında ise Doğu-Batı uzantılı ve tepeyi tamamen koruyacak şekilde sur duvarlarıyla çevrilmiştir.Tepenin bu kadar korunaklı hale getirilmesi bu yerin önemini ortaya koymaktadır.Beşiktaş tepesinden Bergama ve tüm Bakırçay ovası rahatça gözlemlenebilmektedir. Tepenin çok eski yerleşim yerlerinden birisi olduğu kesindir.Bölgeden ele geçen sikke,seramik parçaları ve diğer objelerden anlaşıldığı kadarıyla Gambrion,Bergama Krallığı,Roma ve Bizans dönemlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır.Beşiktaş Tepesi de yağmalanmadan nasibini almıştır,Altın bulma umuduyla insanlar tepede bulunan bina temellerini altüst etmişlerdir.Bu talan hala devam etmektedir.Tepedeki surların ne zaman yıkıldığı tam olarak bilinmiyor,büyük bir olasılıkla büyük bir depremde zarar görmüş ve tekrar onarılamamıştı.Tepenin korunaklı hale getirilmesi büyük ihtimalle Pers saldırılarından kaçan ve kendilerini korumaya çalışan Yunan kolonilerinde yaşayan insanların emeğinin eseridir.M.Ö. 7.Yüzyılda Yunan kolonileri buralarda küçük yerleşim bölgeleri oluşturmuşlardı.M.Ö. 5.Yüzyılda İran kökenli Pers kralı 1.Dara zamanında bu bölgeye önemli akınlar düzenlendi,sömürgeci ve köleci bir yapıya sahip olan Pers baskısından kendilerini korumaya çalışan insanlar Beşiktaş tepesi gibi dağlık alanlarda savunma noktaları oluşturdular.Ne var ki bu savunma noktaları kısa bir süre sonra Persliler tarafından kırıldı ve bölge tamamen Pers hakimiyetine girdi.Zaman zaman ayaklanan ve bağımsızlıkları için mücadele veren bölge halkı İskender’in bölgeyi Perslilerden temizlemesine kadar geçen 200 yıllık bir süre içerisinde büyük baskılar altında ezilmişlerdi.
Beşiktaş Tepesinde bulunan iki mağaradan bir tanesi doğal diğeri de insan yapımıdır.Tepenin üzerinde bulunan mağara insan yapımı olup şu an göçük durumdadır.Girişi kapalı olan bu mağaranın suçluları hapsetmek için veya erzakların saklandığı yer olarak kullanılması olası bir durumdur.Bunun yanında bu mağaranın Bergama kalesine kadar ulaştığı sadece bir hikayeden ibarettir ve gerçeklikle bir ilişkisi yoktur. |
KINIK İLÇESİ Fotoğraf Galerisi
| | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |
|